4.11.12

ancak

yeşil ve mavi. kesiştikleri kahverengide yummuş yüzünü rengarenk havluya. güneş kulakları uğuldatan sarı turuncu bir güneş. terletmeden yakan. kavrulmuşluk sırtında, omuzlarında. ve müzik içinde dönen kulaktan öte. yarı hayal yarı rüya resimler yarı uyanık yarı uyuyan göz kapaklarında.
huzur
yaşamaktan çok ölüme yakışır
ve yaşamaktan çok ölüme yakışır sevmek
ve yaşamaktan çok ölüme yakışır özlemek
kimseye bir cennet sunamamak bir daha
ve kimsede cenneti bulamamak
ölüme yakışır cennet
ve artık yalnız kaleme yakışır eller
uykuya yakışır rüyalar
ancak
uykuya yapışır kabuslar


12.10.12

vay be!

Televizyonun diktatör dediğine diktatör, terörist dediğine terörist, hain dediğine hain, şehit dediğine şehit, şerefsiz dediğine şerefsiz, kahraman dediğine kahraman diyen uydu alıcıları sizi.. 
Spikerin dudak uçlarında yaşayan; okumaktan, sorgulamaktan, araştırmaktan nefret eden üniversite mezunları sizi.. Hiç okumayın, sorgulamayın, araştırmayın, incelemeyin.. 
Sadece kumandanin tuşuna basıp ezberleyin.. Televizyonda yemek yiyenlerin görüntüleriyle beslenip, öpüşenlerin sevdasıyla tatmin olup, askere gidenlerin kanlı elbisesiyle cesur olun.. 
Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığınız birini alçak ilan edin, yine dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığınız birini kahraman. Yalnız dua edin elektrikler gitmesin !
— Emrah Serbes

14.6.12

Moriko artık benimle "gülücük"


uzunca bir göçebeliğin ardından dizimin dibinde yine şapşalım
yan komşunun taşınmasıyla bana da derhal daireyi boşaltma emri verilince
dedim ne kaybederim 
suyumu bile kestiniz ya son iki günümde de olsa bu kuş bu evde bağıracak!
o kadar!
hem zaten artık yeni evimiz de var gider orada bağırırız
değil mi kızıııım?
bak hala konuşmuyo :/
çok küsmüş çooook

uğursuz böcekler olduk


ölmüş uğur böcekleri var pencere pervazımda
öyle canlı değil renkleri
solmuş.
sırf ölmekten değil belki de çok kaldığından cesedi güneş altında
içi de boş muhakkak
kuru
hafif tüyden çok

nasıl böyle kanıksayabildik ölümleri?
kaldırım kenarında ezilmiş kedi
otobüs penceresinde bir an görünen köpek ölüsü
kocasının onlarca bıçak darbesiyle öldürülen kadın 
sokakta soğuktan donan evsiz
hatayla vurulan çocuklar
ne zaman sıradan oldular?

ne çok durdular gözümüzün önünde
sırf görmek zor gelmediğinden artık 
ya da
çok daha kolay olduğundan ah-vah demek
çözümler üretmenin yanında 
tepkisiz kalmayı öğrendik

ya da belki
evet evet sırf bu yüzden
sırf insanlığımızı sıyırıp attığımız için bedenimizden
çıplak kalmamak için betonların arasında
sırf bu yüzden 
dokunuyorlar en içimize de 
hissedemiyoruz
hissedemiyorsunuz.

biz artık solmuş ve uğursuz böcekler olduk.


fonda da bu çalsın e mi

tipitip not: bunları saatlerce tartışarak aylarca düşünmemi sağlayan balığın kulağına bir öpücük.

Ötme bülbül ötme - Senem Diyici

ama ama güzel olmuş be yahu

Haasunay


12.6.12

hah :D


derman sendedir


aziz nesin

following


"everybody has a box"
hah! şimdi düşününce filmden aklımda tek bir bu kalmış
ve evet herkesin bir kutusu vardır geçmişini tepiştirdiği
sakladıkları anılardan kurtulsunlar diye mi dağıtıyordu o kutuları etrafa?
ben kurtulmamak için büyütüp o kutuyu bavula çeviriyorum
hah mükemmelim ben :D

ben bir tavuğum

uyurum ben
çok severim uyumayı 
çok severdim yani 
yine uyuyorum da 
çok sevmiyorum hani
vicdan mıdır nedir böyle rüzgarda çırpınan atkı gibi
pat pat vuruyor yüzüme.

ben bir tavuğum
korkarım ben.
bö deseniz korkarım
şişt deseniz korkarım
karanlıktan korkarım
korku filmlerinden korkarım
sessizlikten korkarım
yalnızlıktan korkarım
sesler duyar duyduğum seslerden korkarım
ani hareketlerden çok feci korkarım
şimdi en çok "hiç gelmezse" kelimelerinden korkuyorum

ben bir tavuğum 
babamın deyimiyle debil dübül yürürüm
habire sağı solu eşelerim
salaşım ben
tembelim
bık bık konuşabilirim saatlerce
bazen hiç sesim çıkmaz
üşenirim ağzımı açmaya

uyurum ben
uyurken her şey daha güzel
kahvaltı bile hazırlıyorum uykumda
ben demedim 
kahvaltı hazırlayan kız dedi. 

bir de bu


bu


Kreeeeep!



evlat evlat :)
nasıl da özledim eşşeğim sıpam

az önce üzücü bir telefon konuşmasından edindiğim bilgiye göre durmadan bağırarak babamın uyumasına engel olduğu için arka bahçeye geçirdiklerini ama orada da korkup devamlı ağladığını öğrendim.
kıyamam :/
geliyorum paşam az kaldı deliler gibi koşturup oynayıp çamura batıcaz bir haftacık sonra. hem bak o bahçeli ev için ilk adımımı atarak roma hukukundan geçtim,
sırf senin için :)
öperler.

3.6.12

Aha!


Kürde ölüm! Anneye ölüm! Doktora ölüm! Emekliye ölüm! -Ferda Koç
02 Haziran 2012 -  Ferda Koç

Neymiş?
“Her kürtaj bir Uludere” imiş!
Kürtaj neymiş?
Kasıtlı ve planlı olarak “istenmeyen” evladını katletmekmiş!
Yani Uludere neymiş?
Devletin, kasıtlı ve planlı olarak istemediği, Kürt evlatlarını katletmesi imiş!
Ben demedim, Başbakan dedi.

Neymiş?
“Her kürtaj bir Uludere” imiş!
Kürtaj neymiş?
“Bu milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan”mış!
Yani Uludere neymiş?
“Devletin Kürtleri dünya sahnesinden silmek için sinsice hazırladığı bir plan”mış!
Ben demedim Başbakan dedi.

Neymiş?
Sezaryen bir “nüfus sınırlama komplosu” imiş!
Çünkü sezaryen doğurganlığı, iki çocukla sınırlarmış!
Sezaryen yasaklanırsa ne olur? “Tavuk tüyü” geri döner, anneler ölür!
Demek ki neymiş? “Nüfus artsın, anneler ölsün”müş!
Ben demedim Başbakan dedi!

Neymiş?
Sezaryen bir “komplo” imiş!
Sezaryen ve kürtaj yasaklanırsa ne olur? Doktorlar “kaçak” kürtaj, “kaçak” sezaryen yapar, resmen “potansiyel suçlu” olurlar!
Sezaryen ve kürtaj yasaklanırsa doktorlar (ve ebeler) “cadılaştırılır”.
Cadılara ne yapılır? Yakılır!
Demek ki neymiş? “Doktorlar ve ebeler yakılsın”mış!
Ben demedim, Başbakan dedi!

Neymiş?
Sezaryen ve kürtaj bir “nüfus sınırlama komplosu” imiş!
“Üretim ve tüketim için genç nüfusa ihtiyacımız var”mış! Sezaryen ve kürtaj, nufusun yaşlanmasına neden olurmuş.
“Gençler üretir ve tüketir” miş; yani, “yaşlılar üretmez ve tüketmez”miş. Gençler “ekonominin temeli”, yaşlılar “asalak”mış.
Bunun için “genç nüfusu artırmamız”, yaşlı nüfusu azaltmamız lazımmış!
Demek ki neymiş? “Nüfus artsın ama yaşlılar fazla da yaşlanmadan ölsün”müş!
Ben demedim, Başbakan dedi! (Bunu bir de Dünya Bankası demişti)

Neymiş?
“Her kürtaj bir Uludere” imiş? Yani Uludere, devletin, “istemediği evladını öldürmesi” imiş.
Uludere’de öldürülen çocuklar niçin “istenmiyor”muş? Çünkü “kaçakçılık yapıyorlar”mış! (Bunu hem Başbakan, hem de İblis’i söyledi)
Kürt çocuğu inşaatta, tersanede, madende, domates tarlasında “ürettiği zaman” iyi imiş, kürtaja kurban gitmezmiş; ama kaçakçılık yaptığı zaman kötüymüş, F-16’yla “anavatanından” kürtaj edilir miş!
Yani Kürt çocuğu ucuz işçi olduğu zaman “yaşasın”mış, ticaret yaptığı zaman “ölsün”müş!
Ben demedim, Başbakan dedi!

Ama Kürt çocuğu ucuz işçi olduğu zaman da, inşaatta, tersanede, traktör kasasında, kaçak madende, kot kumlamada üçer-beşer-onbeşer öl(dürül)üyor muş; kaçakçılık yaptığı zaman da üçer-beşer-onbeşer öldürülüyor muş?
Demek ki ne yapmış Başbakan?
Kürde ölümlerden ölüm beğenmiş!
Kürt hep “ölsün” müş; ama hep “işçi olarak ölsün” müş!

1.6.12

The Big C

- Sence nereye gideriz? Öldüğümüzde yani Lenny, sence nereye gideriz?
- Bence enerjimiz dünyada kalır, havada dolanır. Enerji yok edilemez... Yani bence her şeyin parçası haline geliriz.
- Çok haklısın bence, her şeyin bir parçası haline geliriz, her yerde oluruz..
- Evet.
- Bu sorunun cevabını arayıp duruyordum, meğerse cevap o kadar açıkmış ki...

- Bebeğin önünde küfretmeyin lütfen!
- Bakın hanımefendi, bebeğiniz duyabilse de toplum ona nelerden hoşlanmayacağını söyleyene kadar bir şeylerden hoşlanmayacak olamaz.




Sean, hepimizin içten içe olmak istediği ama neredeyse hiçbirimizin olmaya cesaret edemediği insan. Çok doğru geliyor evet, doğal yaşamak, doğayla yaşamak, özümü kabul etmek.. Her gün her an kızıyoruz para etrafında dönen hayatlarımıza. Belki bencilliğimizden belki cesaret edemediğimizden belki utandığımızdan, vay be deyip, kıskanıp, tebrik edip dönüyoruz doğallıktan artık çok uzak olan hayatlarımza.


31.5.12

Ölüm yıl dönümünde “İyi ki doğdun Nazım!” denecek

http://www.sabitfikir.com/haber/olum-yil-donumunde-%E2%80%9Ciyi-ki-dogdun-nazim%E2%80%9D-denecek



Ben hem kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum, 
hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler.




Hem bir tek elmadan, hem süpürülen topraktan, hem 
zindandan dönen insan ruhundan, hem kitlelerin 
daha güzel günler için savaşından, hem bir tek 
insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak 
istiyorum, hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkmamaktan 
bahseden şiirler yazmak istiyorum.


Nazım Hikmet

25.5.12

Dead like me


- Eee, yani tüm hayatım, her şey... Sadece düşünce ve hatıralardan mı ibaret?
- Bütün elimizdeki bu fıstığım.

***

- Neden önem verdiğim şeyleri ve insanlar kaybedip duruyorum?
- Hayat bundan ibaret fıstığım.


eskiceymiş sanki de yeni keşfettim ben :)
pek sevdim he, bööyle limonlu dondurma gibi tatlı da ekşitiyo suratını azıcık :)


22.5.12

Daim Yusuf Orti



Hemşince:
aye aye orti…
da kezigi madağ ellim ori…
aye aye orti…
aşun ağavü dzermın eyev ta orti…
aye ayee orti..
dase dayi dzagin meçe orti…
menadzerta orti…
sirded petedzavta orti,
daim yusuf orti…
hokid dard unedi yu orti,
indzi aselçakkarçerta orti…
aye aye orti..
daim yusuf orti…
cermag cadgig u ergen kentit orti…
madağ ellim orti…
aye aye orti…
daim yusuf orti…
da kezi oma omar çkaar orti.
kidetita orti…
anu oma tdzerman
kenadzerta lernive orti…
aye aye orti…
daim yusuf orti…
Türkçe:
gel oğul gel.
sana kurban olayım oğul.
gel oğlum yusufum gel.
sonbahar geçti de, kış mı geldi oğul…
on yıl bir delikte kaldın da oğul,
yüreğin mi çürüdü oğul,
benim yusufum oğlum.
yüreğine kurban olayım oğul.
gel oğlum yusufum gel.
büyük derdin vardı da oğul,
bana söyleyemedin mi oğul,
gel oğlum yusufum gel
benim yusufum oğlum.
bembeyaz alnına ve uzun burnuna oğul
kurban olayım ben oğlum
gel oğlum yusufum gel.
senin için bahar olmadığını biliyordun da oğul
o yüzden mi kışın yaylaya çıktın oğul
gel oğlum yusufum gel
benim yusufum oğul.

18.5.12

Ha! Bir De;

yüzümü gönlüne koysam
yemin tutsa kalbim beni sever miydin
içimi avcuna döksem
beni azıcık çözer miydin
yok olmuyor istemekle bitmiyor
hiç bir yol yarılanmıyor uzadıkça uzuyor
kal demiyor söz vermiş susuyor
kelimeler düşmüyor içinde salınıyor

Biraz Seninle Biraz Kendimle

...
ben durmam durulmam
"zor"
seninle yorulmam
istersen son de
...

Sonra

Hızlı çekimde çürüyen meyveleri gösteren doğa belgesellerindeki gibi hızla buruştu, çürüdü, kayboldu.

Bir Şey Oldu - Fatih Özgüven

17.5.12

Çevengur

Balık yaşamla ölüm arasında durur; bir danayı al misal, o bile düşünür, ama balık düşünmez.
O her şeyi zaten bilir.
Andrey Platonov

16.5.12

kimseye anlatmadım


büyürken 1

Mart 2012
-Sıcak soğuk içecek bir şey ister misiniz?
 
    Yüzünü ezberlediğim muavin, üzerindekileri ezbere bildiğim servis sehpasıyla yanımda dikiliyordu.

-Kahve.
   
    Nedenini bilemediğim bir soğukluk. oysa hep sevmişimdir muavinleri, gülümseyerek teşekkür etmeyi, fırsat buldukça sohbet etmeyi ihmal etmezdim. nasıl da zahmetli nasıl da saygıyı hak eden bir işleri var. Sesimdeki soğukluktan utandım da söyleyemedim kahveyi iki paket istediğimi. midem alt üst olacaktı yine. O küçücük paket çok hafif geliyor.
    Kahvemi karıştırırken; beceriksizce son yılların yolculukta "konfor harikası" olarak değerlendirilen kişisel televizyonda yüklü filmlere göz attım çabucak. Çok tutulan bir avuç vıcık vıcık film, iğrenç çevrilmiş isimleriyle dil çıkarıyorlardı. Tiyatroda öğrendiğim eğlenceli bir küfür eşliğinde kapattım yolculuğumun konforunu. Panik atağımın ve anksiyete bozukluğumun elele verip, kış ortası karlı eskişehir yolunda, alnımda oluşturduğu damlaları silerek kulaklığımı taktım. Şimdi bir tek türküler sakinleştirebilirdi midemdeki burkulmayı. Tek bir kişiye söyleyebilseydim çok korktuğumu bu yolculuktan.. tek bir kişiye söyleyebilseydim sabah göreceklerime hazır olmadığımı..
    Kulaklığımdaki ezgiyi bir an duyan yol arkadaşım, turuncu saçlarıma ve rengarenk kıyafetime yakıştıramamış olmalı ki türkü dinlememi; uykulu ve şaşkın bir ifadeyle bakakaldı yüzüme.
    Bak yine o nefret ettiğim yüz ifademi takındım. Hissedebiliyorum alnımdaki gerginlikten, hissedebiliyorum da engel olamıyorum neden. Alaycı bir gülümseme, yadırganmaktan zevk alır gibi. Kalkmış bir sol kaş, inmiş bir sağ kaş. Aşağılar gibi. Çok iticiyim bazen. Neden?

    Bunları karalamıştı defterine 3 ay kadar önce, şimdi okurken farketti içten içe nasıl da farkında olduğunu olacaklardan... Ne çok değişmişti her şey..

sevdalım hayat

...bu ülkede sanatla, kitapla, kültürle ilgilenen  ve daha güzel daha adil bir dünya yaratmak isteyenmilyonlarca kişi, sürek avlarıyla sistemli olarak yok edildi, tutuklandı, hayatın dışına sürüldü. Bu arada milliyetçilik ve din kisvesine bürünmüş kişiler, örgütlenerek ülkeyi soydu. Çok büyük güç ve para sahibi oldular. eline kan bulaşmış katiller siyasette yüksek mevkilere tırmandılar, saygı gördüler; kısacası Türkiye iyi evlatlarını boğan, kötüleri ise ödüllendiren bir ülke olarak bugünlere kadar geldi...
Zülfü Livaneli

Katı

Öldürmek de var bürokrasiyi sıcacık bir gülücükle...

eskişehir

Yağmur yağarken neden gökyüzünde bu kadar çok kuş var?
11.05.2012 15:25

ağlayan dağ susan nehir 2

...döküm soba bir şaman havasında anlaşılmaz sözcükler mırıldanmaktaydı, sabah erken saatlerde çöken sis, evin karşısındaki boş arsada bulunan ağaçların köklerini yerden koparmıştı...

Ağlayan dağ, susan nehir

...Şehrin mahrem hayatını kolayca tüketilsin diye ambalajlayan turizm broşürlerini, fanatik anlatıları, hırsın ve güçlülerce kollanmanın kör ettiği gezginlerin anılarını, yağmalanmış risaleleri koyun bir yana! şehir de sizle düpedüz alay eder; hiçbir şey göründüğü gibi değildir ölü uygarlıkların, hoyratça doknuşlar dışında hiç hatırlanmadan, üst üste yattıkları bu devasa mezar yerinde...

ein fühlung

...içindeki ben, içimdeki sen...
gülümseten bir empati yumağı belki, ve belki bencillik ve ego savaşı ve hiçe sayarken karşıdakinin özünü hiçe saydırmak kendini, bir hayal kurup hissetmek belki, ya da hissetmek sadece ve hissettirmek.

alıntı

... bunu da asla bilemeyeceğin şeyler kutusuna kaldırırsın. Yapmayı çok isteyip de asla yapamayacağın şeylerin yanına. Çocukluğunun nereye gittiği ile aklındaki şiirler arasına...

... küçük kalmaya yemin ettiğin bu dünyada, asla erişemeyeceğini sandığın baş döndüren bir hızla büyüyüverirsin...

alıntı
gözde gürdal..

Sanırdım ki;

Gölgemin kanatları çıkacak bir gün, beni de alıp uçuracak...

22.1.12

Huzursuz

Çok uzak olmayan şehirler en beyazlarına bezenmişken tepeden tırnağa, adı çok duyulmamış bir sahil kasabasında, kumlardaki yengeç yuvalarına dokundum ayaklarımla. Serin bir derenin hafif tuzlu suyuna değdi dudaklarım. Annenin derdini, babanın rakısını paylaştım. Oksijen mi çok burada? Neden başım dönüyor. Bu haplar gülümsetecekti hani? Gerekeni yaptım. Bomboşum hala. Neden?

Ha bir de hep bu şarkı dudağımda kulağımda.

23.45

Şimdi kalkıp gitmeyi gösteriyor saat.
Hiç mi gücü olmaz insanın? 
Nefret ettiği şehirden ayrılmaya bile? 
Bavullar, otobüs "tıss"ları.
Yarısına kadar dolu kahve bardakları
ve 
bir dilim kek.
Üç beş cik omzumda.
Bir de elimde bir el,
minicik,
korkak. 
Kaldırmış kafasını gözlerime bakıyor.

19.1.12

Küçük Prens


KÜÇÜK PRENS
Sumru Ağıryürüyen'in çevirisi elimde bir süredir. 
Okuyorum okuyorum doyamıyorum. 
Küçüklüğüme dönmemin yanında daha da anlamlı geliyor şimdi kelimeler.
Daha da gurur duyuyorum çocuk kalışımla
Ve
Daha da nefret ediyorum büyüklerden.
Her yaşta, her insan okumalı dünyadan bir şeyler bularak.

Aşık bir balık demişti aylar önce: "Büyüyenin dötünü kurt kapsın!"
Büyümeyelim.

18.1.12

ağır değil mi bu ceza?


     Sınav zamanı gelip çattı mı ne entelektüellik, ne sosyal hayat, ne iç sızlatan şarkılar efendime söyleyeyim ne de adamakıllı bir espri anlayışı kalıyor.
     Ceza Hukuku isimli bir kitap koyuyorlar önüne (aslında sev erim kendisini) al diyorlar kafan karışsın azıcıkcık. Karışıyor. Uf hem de ne biçim! Sonra bir dalkavuk öyle şeker bir şarkıdan iki sıra mırıldanıyor: Çok mu fazla bu sitem? Ağır değil mi bu cezaaaaaa? Basıyorsun kahkahayı.
     Sınav insanı böyle tuhaf işte. Yazık ama üstlerine gitmeyin. İyi davranın onlara.


dram

-Anne ya şimdi benim kaç sınavım kaldı?
-3.
-Bu dahil miii? buna girdikten sonra da mı 3 olacak?
-Roma hukuku etkisiz eleman mı kızım? bundan sonra iki kalacak.
-2 sınava daha giricem yani.
-evet.
-Hıı bugün çarşamba her gün bi sınav.
-Hadi yeter kızım bi yüzünü yıka.

sıradan bir sınav haftası dramı. ahh.

5.1.12

Selimiye

 
     Bir zaman. Eski çok. Bir var ve bir yok hafızada. Yüzü usulca ısıtırken doğmakta olan güneş, aniden kucaklayan kollardan kurtulamayacak kadar küçük bir kız. Tutunamadan güvertedeki direklerin hiçbirine denizde buluyor kendini. Kahkahalar atarak tükürüyor ağzına burnuna dolan tuzlu suyu. Ve bir de yanına atılan gözlüğü, şnorkeli, paleti yakalamanın heyecanı ellerinde. Kızarıveren gözlerini ovuştururken temizlenmiş oluyor çapaklarını.
Hemen sonra bambaşka bir dünya. Bambaşka bir huzur. Gülümseyerek selamlıyor yanından geçen balık sürülerini. Hemen de unutuvermiş kim olduğunu, nerede olduğunu belki de balık sanıyor kendini. Hatta belki minik bir denizkızı rolü biçmiş kendine, ilham alıp okuduğu renkli masallardan. Hiç kızgın değil sakin uykusunu sonlandıran babasına. Elinde içi kıpır kıpır bir kirtil ve dimdik başı hızla yükseliyor nefes almaya. Bir çift mavi göz takip ediyor kızdan önce haberini taşıyan baloncukları su yüzüne. Gülümseyerek alıyor kirtili. İçi kıpır kıpır. küçük kız hala rolünü oynuyor ve geri dalıyor denize. Öyle saf, öyle temiz bir mutluluk.
     Bir şehir. Bir ev. Uzakta. Kilometrelerce uzakta o maviden. Bir kadın. Ellerine bakıyor. Elleri ne zaman bu kadar büyüdü? Kapatıyor gözlerini ve o tekneyi, o denizi, o babayı hatırlamaya çalışıyor. kopuk kopuk görüntüler. Nefes alıp verişi bile yankı yaparken duvarda hayal ediyor sadece o "en" dolu gülümseten yeri. En huzur bulduğu, en sevdiği, en özlediği...

2.1.12

Şşhhht!


İki nota, bir seslenir ruhuma.
Sonra iki.
Susar.
Bir an oturuyor ve pembe burnu.
Sonra fırlıyor bir hışım.
Bir hışım, bir heves, bir ihtimal…
Kendinden ne kurtarabildiyse, dengesizliğinden..
Dolduruyor çantasına.
Öyle şişiyor ki içi sığmıyor koltuklara.
Öyle şişiyor ki; yetmiyor içini doldurmaya,
Yanına aldığı hava.
Çantasındaki el kremine güveniyor bir tek;
Ayazdan korunmak için.
Başkaca yok bir beklentisi de,
Bekleyiveriyor işte engel olamıyor.
Açamıyor ağzını.
Konuşmuyor da anlasın istiyor işte.
Yok bir beklentisi de bekleyiveriyor.
Farkındalıktan uzak bir hışım,
Gereksiz bir küskünlük.
Gereksiz de küsüveriyor işte.
Dönüveriyor.
Bir yerlerde gökyüzü patlıyor.
Pembe burnu.
İlaçlı uykusunda.
Pişman.
Hep.

Vakt-i Zamanında

     Bahçesindeki portakal ağacını takvim yapardı kendine anlatırken hikayelerini. “Bizim portakal ağacının ilk meyve verdiği yıldı…” diye başlar en güzel öyküsü. En doyamadığım. Defalarca dinlediğim yaşlı dizinde. Her seferinde daha bir ballanırdı. Portakal gibi. Ne kağıtların söylediği zamana güvenirdi ne duyardı saatlerin sesini. Portakal ağacına yaslardı yaşlarını. Sonra bir “tehcir” doldururdu yaşlı gözlerini ve titrerdi benekli göz kapakları. O ağacı da söktüler derdi. O zaman öldü zaman. O zaman sıkışıvermişti sanki dünyada. Gitmek istiyordu da kimse almaya gelmiyordu sanki…

MASAL


     Koca koca kitapları ittirdim elimin tersiyle, masallar okuyorum. Büyüyebileyim diye. Büyümek için ihtiyaç duyulurmuş masallara, çocuk kalmak için değil. Gerçek olamayacaklarını anladığımızda mı büyümüş oluyoruz? Gerçeğin sert tabanına mı bırakıyor bizi masalların bulutlu hayatları ve üç noktasında sonsuzluğu saklayan mutlu sonları?  Gencecik bedenler soğumuyor masallarda, kimse öldürmüyor onları. Gencecik bedenler aşık oluyor masallarda, odun kırıyor, meyve topluyorlar ağaçlardan. Islık çalıyorlar yürürken. Uçak sesi değil duyulan.
     Masallar okuyorum büyüyebileyim diye. Masallara inanıyorum ama. Daha imkansız geliyor gerçek. Daha uzak. Daha çirkin. Yarım kalmış masalları tamamlamaya uyuyorum gerçeğe uyanmak yerine…

1.1.12

ÇOCUK



Bir tebessümün yıkıntıları arasında bilyelerini arıyor minik bir çocuk.
Yana döne. 
Dudak kıvrımlarını kaldırıyor bir hışımla.
Olmuyor. 
Şeker lekelerini kaldırıyor,
Lakin bulamıyor bilyelerini. 
Fark edemiyor gülücükleriyle beraber çocukluğunu da yitirdiğini. 
Oyuncaklarının değil, ekmeğinin peşine düşme zamanının geldiğini söylüyorlar; 
Büyütüyorlar küçüğü birdenbire. 
Peki ya bilyelerim diyor. 
Hala çocuk.
Siz hanımefendi!
Sizin o 6 dakikadır ezberlediğini hatırlar o ifadeyle kurduğunuz,
Yaklaşık 15 cümleyi inanın hiç dinlemedim.
O esnada;
15 cümle önce kullandığınız tek bir kelimeye takılı kalmıştım.
Ve öncesinde özenle sıraladığım cümlelerimi sererken ben önünüze;
Siz yalnız cevaben kuracağınız
Ve şimdi dudaklarınızdan dökülmekte olan bu cümleleri düşünüyordunuz.
Aynen benim gibi dinlemeyerek.
Tebrik ediyorum kendimizi hanımefendi.
İki büyük düşmanız adeta,
Tüm kadınların yüzyıllardır olduğu gibi.
Lakin farklı sanıyoruz kendimizi.
Tam da bu noktada peyda oluyor sıradanlığımız.