22.1.12

Huzursuz

Çok uzak olmayan şehirler en beyazlarına bezenmişken tepeden tırnağa, adı çok duyulmamış bir sahil kasabasında, kumlardaki yengeç yuvalarına dokundum ayaklarımla. Serin bir derenin hafif tuzlu suyuna değdi dudaklarım. Annenin derdini, babanın rakısını paylaştım. Oksijen mi çok burada? Neden başım dönüyor. Bu haplar gülümsetecekti hani? Gerekeni yaptım. Bomboşum hala. Neden?

Ha bir de hep bu şarkı dudağımda kulağımda.

23.45

Şimdi kalkıp gitmeyi gösteriyor saat.
Hiç mi gücü olmaz insanın? 
Nefret ettiği şehirden ayrılmaya bile? 
Bavullar, otobüs "tıss"ları.
Yarısına kadar dolu kahve bardakları
ve 
bir dilim kek.
Üç beş cik omzumda.
Bir de elimde bir el,
minicik,
korkak. 
Kaldırmış kafasını gözlerime bakıyor.

19.1.12

Küçük Prens


KÜÇÜK PRENS
Sumru Ağıryürüyen'in çevirisi elimde bir süredir. 
Okuyorum okuyorum doyamıyorum. 
Küçüklüğüme dönmemin yanında daha da anlamlı geliyor şimdi kelimeler.
Daha da gurur duyuyorum çocuk kalışımla
Ve
Daha da nefret ediyorum büyüklerden.
Her yaşta, her insan okumalı dünyadan bir şeyler bularak.

Aşık bir balık demişti aylar önce: "Büyüyenin dötünü kurt kapsın!"
Büyümeyelim.

18.1.12

ağır değil mi bu ceza?


     Sınav zamanı gelip çattı mı ne entelektüellik, ne sosyal hayat, ne iç sızlatan şarkılar efendime söyleyeyim ne de adamakıllı bir espri anlayışı kalıyor.
     Ceza Hukuku isimli bir kitap koyuyorlar önüne (aslında sev erim kendisini) al diyorlar kafan karışsın azıcıkcık. Karışıyor. Uf hem de ne biçim! Sonra bir dalkavuk öyle şeker bir şarkıdan iki sıra mırıldanıyor: Çok mu fazla bu sitem? Ağır değil mi bu cezaaaaaa? Basıyorsun kahkahayı.
     Sınav insanı böyle tuhaf işte. Yazık ama üstlerine gitmeyin. İyi davranın onlara.


dram

-Anne ya şimdi benim kaç sınavım kaldı?
-3.
-Bu dahil miii? buna girdikten sonra da mı 3 olacak?
-Roma hukuku etkisiz eleman mı kızım? bundan sonra iki kalacak.
-2 sınava daha giricem yani.
-evet.
-Hıı bugün çarşamba her gün bi sınav.
-Hadi yeter kızım bi yüzünü yıka.

sıradan bir sınav haftası dramı. ahh.

5.1.12

Selimiye

 
     Bir zaman. Eski çok. Bir var ve bir yok hafızada. Yüzü usulca ısıtırken doğmakta olan güneş, aniden kucaklayan kollardan kurtulamayacak kadar küçük bir kız. Tutunamadan güvertedeki direklerin hiçbirine denizde buluyor kendini. Kahkahalar atarak tükürüyor ağzına burnuna dolan tuzlu suyu. Ve bir de yanına atılan gözlüğü, şnorkeli, paleti yakalamanın heyecanı ellerinde. Kızarıveren gözlerini ovuştururken temizlenmiş oluyor çapaklarını.
Hemen sonra bambaşka bir dünya. Bambaşka bir huzur. Gülümseyerek selamlıyor yanından geçen balık sürülerini. Hemen de unutuvermiş kim olduğunu, nerede olduğunu belki de balık sanıyor kendini. Hatta belki minik bir denizkızı rolü biçmiş kendine, ilham alıp okuduğu renkli masallardan. Hiç kızgın değil sakin uykusunu sonlandıran babasına. Elinde içi kıpır kıpır bir kirtil ve dimdik başı hızla yükseliyor nefes almaya. Bir çift mavi göz takip ediyor kızdan önce haberini taşıyan baloncukları su yüzüne. Gülümseyerek alıyor kirtili. İçi kıpır kıpır. küçük kız hala rolünü oynuyor ve geri dalıyor denize. Öyle saf, öyle temiz bir mutluluk.
     Bir şehir. Bir ev. Uzakta. Kilometrelerce uzakta o maviden. Bir kadın. Ellerine bakıyor. Elleri ne zaman bu kadar büyüdü? Kapatıyor gözlerini ve o tekneyi, o denizi, o babayı hatırlamaya çalışıyor. kopuk kopuk görüntüler. Nefes alıp verişi bile yankı yaparken duvarda hayal ediyor sadece o "en" dolu gülümseten yeri. En huzur bulduğu, en sevdiği, en özlediği...

2.1.12

Şşhhht!


İki nota, bir seslenir ruhuma.
Sonra iki.
Susar.
Bir an oturuyor ve pembe burnu.
Sonra fırlıyor bir hışım.
Bir hışım, bir heves, bir ihtimal…
Kendinden ne kurtarabildiyse, dengesizliğinden..
Dolduruyor çantasına.
Öyle şişiyor ki içi sığmıyor koltuklara.
Öyle şişiyor ki; yetmiyor içini doldurmaya,
Yanına aldığı hava.
Çantasındaki el kremine güveniyor bir tek;
Ayazdan korunmak için.
Başkaca yok bir beklentisi de,
Bekleyiveriyor işte engel olamıyor.
Açamıyor ağzını.
Konuşmuyor da anlasın istiyor işte.
Yok bir beklentisi de bekleyiveriyor.
Farkındalıktan uzak bir hışım,
Gereksiz bir küskünlük.
Gereksiz de küsüveriyor işte.
Dönüveriyor.
Bir yerlerde gökyüzü patlıyor.
Pembe burnu.
İlaçlı uykusunda.
Pişman.
Hep.

Vakt-i Zamanında

     Bahçesindeki portakal ağacını takvim yapardı kendine anlatırken hikayelerini. “Bizim portakal ağacının ilk meyve verdiği yıldı…” diye başlar en güzel öyküsü. En doyamadığım. Defalarca dinlediğim yaşlı dizinde. Her seferinde daha bir ballanırdı. Portakal gibi. Ne kağıtların söylediği zamana güvenirdi ne duyardı saatlerin sesini. Portakal ağacına yaslardı yaşlarını. Sonra bir “tehcir” doldururdu yaşlı gözlerini ve titrerdi benekli göz kapakları. O ağacı da söktüler derdi. O zaman öldü zaman. O zaman sıkışıvermişti sanki dünyada. Gitmek istiyordu da kimse almaya gelmiyordu sanki…

MASAL


     Koca koca kitapları ittirdim elimin tersiyle, masallar okuyorum. Büyüyebileyim diye. Büyümek için ihtiyaç duyulurmuş masallara, çocuk kalmak için değil. Gerçek olamayacaklarını anladığımızda mı büyümüş oluyoruz? Gerçeğin sert tabanına mı bırakıyor bizi masalların bulutlu hayatları ve üç noktasında sonsuzluğu saklayan mutlu sonları?  Gencecik bedenler soğumuyor masallarda, kimse öldürmüyor onları. Gencecik bedenler aşık oluyor masallarda, odun kırıyor, meyve topluyorlar ağaçlardan. Islık çalıyorlar yürürken. Uçak sesi değil duyulan.
     Masallar okuyorum büyüyebileyim diye. Masallara inanıyorum ama. Daha imkansız geliyor gerçek. Daha uzak. Daha çirkin. Yarım kalmış masalları tamamlamaya uyuyorum gerçeğe uyanmak yerine…

1.1.12

ÇOCUK



Bir tebessümün yıkıntıları arasında bilyelerini arıyor minik bir çocuk.
Yana döne. 
Dudak kıvrımlarını kaldırıyor bir hışımla.
Olmuyor. 
Şeker lekelerini kaldırıyor,
Lakin bulamıyor bilyelerini. 
Fark edemiyor gülücükleriyle beraber çocukluğunu da yitirdiğini. 
Oyuncaklarının değil, ekmeğinin peşine düşme zamanının geldiğini söylüyorlar; 
Büyütüyorlar küçüğü birdenbire. 
Peki ya bilyelerim diyor. 
Hala çocuk.
Siz hanımefendi!
Sizin o 6 dakikadır ezberlediğini hatırlar o ifadeyle kurduğunuz,
Yaklaşık 15 cümleyi inanın hiç dinlemedim.
O esnada;
15 cümle önce kullandığınız tek bir kelimeye takılı kalmıştım.
Ve öncesinde özenle sıraladığım cümlelerimi sererken ben önünüze;
Siz yalnız cevaben kuracağınız
Ve şimdi dudaklarınızdan dökülmekte olan bu cümleleri düşünüyordunuz.
Aynen benim gibi dinlemeyerek.
Tebrik ediyorum kendimizi hanımefendi.
İki büyük düşmanız adeta,
Tüm kadınların yüzyıllardır olduğu gibi.
Lakin farklı sanıyoruz kendimizi.
Tam da bu noktada peyda oluyor sıradanlığımız.